30 Kasım 2009 Pazartesi

26 Kasım 2009 Perşembe

Love Actually

Aşkın her halini,





Ama her halini,





Evet her halini,
:)





İnanılmaz bir kadroyla,





Bazen güldürerek,






Bazen acıtarak,





Kesinlikle iz bırakarak,






Anlatan bir film isterseniz eğer,
Bence daha iyisini bulamazsınız.


Hiç sıkılmadan defalarca izlediğim,
ve her defasında da mutluluktan patates gibi sırıttığım film budur.


İyi geçsin, yormasın istediğiniz zamanlar için...






25 Kasım 2009 Çarşamba

Çınar..

Çınar...

Nasıl da güzeldi adın...
İlk kez sende duymuştum, adına aşık olmuştum... Çok severdim seni...

Çınar...

Annemin en sevdiği arkadaşının güzel oğlu... Efendi oğlu...
İkimiz de ayrı şehirlerde okuduğumuz için çok nadir görebildiğim...

Hani çok sakin insanlar vardır... Öyle sessiz, öyle güzel, öyle kalender...
Sen ne dersen de, ne yaparsan yap mahcup gülümseyen... Öyleydi.
Kimse bilmezmiş meğer Çınar da gülermiş, Çınar da severmiş dolu dolu. Günlükleri anlattı bir bir üniversitedeyken bir kızı sevdiğini, depremde kaybettiğini...
Güzel sevgiliyi gazetede görüp, öldüğünü o haberle öğrendiğini...

Bir bayram...
Ortak bir tanıdığın evinde tesadüfen karşılaşıyoruz. İşleri iyi, hayatından memnun. Öyle söylüyor... Çınar yine mahcup gülümsüyor... Anneme diyorum ki ayrılınca:
" Anne bu Çınar nasıl güzel biri, insanın çocuk gibi sevesi geliyor ." Gülümsüyor annem... Bize geleceği zaman annesi, rica ediyorum hep gelirken " Fatma teyze Çınar'ı da getir..." Çocuk gibi...

Kurban bayramı yaklaşıyor... Diyor ki annem:
" Ne güzel bak, ailece program yaptılar. Herkes biletini aldı, hep beraber memleketlerine gidiyorlar bayramda. Yılbaşı da bayramın ilk günü üstelik. Biz de mi yapsak öyle bir şey? "

Arife günü çıkıyoruz yola... Her zamanki gibi gülüş cümbüş... Cem Adrian'ı veriyorum kardeşime, bunu dinleyelim mi biraz? Hava kapalı, hava yağmurlu... Ben bu şarkıyı sana yazdım... Çok seviyoruz.. Hep aynı şarkı, hep o şarkı... Telefonu çalıyor annemin... Ben bu şarkıyı sana yazdım... Ağlıyor annem, çığlık atıyor annem... Olamaz diyor annem... Bulutlardan beyaz, gökyüzünden mavi aldım... Ben bu şarkıyı sana yazdım...

Meğer işler çok yoğunmuş fabrikada.
Arife günü sabahı bir atölye ziyaret edilmeliymiş Çorlu'da.
"Tamam" demiş Çınar, "Siz gidin anne, ben uçakla size yetişirim..."
Hava çok soğukmuş, Çınar yoldaki buzu farketmemiş...
Nasılsa babama gelmiş haberi ilk, babam telefonda çaresiz...
Çınar'ın ailesi hala otobüste olan bitenden habersiz...
Gözyaşlarımdan şarkı, karanlıktan korku yaptım...
Çınar, annene nasıl söylerim?

Her anı acıyla işlenen yolculuk...
O'nu ilk kez görüşüm...
O'nu en son görüşüm...
Annesinin gözlerinin içinin gülüşü Çınar'dan bahsederken...
Bayram dönüşü nişanlanacak Çınar deyişi...
Kızı nasıl da sevmiş... Ah Çınar annene nasıl söylerim?

Annen hala annemin en iyi arkadaşı...
Kızkardeşin de evlendi bu yaz. Çok mutlu, çok seviyor belli ki...
O güzel resmin salonda duruyor...
Anneni görüyorum bazen...
O'na sarılıyorum, gülsün diye ne maymunluklar yapıyorum bir bilsen sana yaptığım gibi.
Ve o güzel adın bir sır artık aramızda...
Asla dilimize gelmeyen, gözlerimizden gitmeyen...




24 Kasım 2009 Salı

Fatma Dursun

Ben öğrenciyken,
hiç gülmeyen öğretmenlerim oldu.
Hiç sevmeyen...
Askerliği bir generalden daha çok benimseyen...

Hapşırdığında "çok yaşa" dediğimiz için kızanlar oldu mesela.
"Sağlıksız olacaksam niye çok yaşayayım?
Sağlıklı yaşa deyin" diye iyi dilek sipariş eden...

Sonra bir gün O geldi en sevdiğim dersime..
Önce pembe rujunu sevdim :)
Sonra evladım demesini...
Biz kudurunca ümitsizce sınıfı izlemesini,
ama asla yermeden, incitmeden...




Canı yandığında annesine koşan çocuk gibi O'na koşardım okulda,
canım her yandığında.
Müdüre bile kızsam O'na giderdim.
O öpünce geçerdi, bilirdim.





En kıymetlilerimden biri oldu tanıdığım günden beri.
Doğduğum yere her gittiğimde koşa koşa gittiğim...
Dila'nın bile,
" Öğretmeeeeen, öğretmeeen bak ben flüt çalıyorum."
diyerek etrafında dolandığı..
"Annem işe gidince ben sizde kalıcam."
diye rezervasyon yaptığı :)




Doğum gününüzde arayıp hediye olsun diye
'arı vız vız vız'
şarkısını söylediğimde sesime değil azmime güldüğünüzü biliyorum. :)
İşte bundan cesaret alarak bu akşam da
'öğretmenim canım benim, canım benim'
şarkısını söylemeyi düşünüyorum!


Benim dünyalar güzeli öğretmenim...
Çoğu öğrencisinin içi titreyerek sevdiği,
Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenim Fatma Dursun...
Ellerinizden öperim..

Mükemmel kadın, mükemmel erkek..

Yine bir mail alıntısı..
Sadece resimleri ben ekledim.
Ama çok güldüm, sen de gül istedim.




Zamanın birinde mükemmel kadın...

(muhtemelen budur.)

ve mükemmel erkek karşılaşmışlar.









(hangisi daha mükemmel seçemedim.)




Mükemmel bir flört döneminden sonra mükemmel bir evlilik yapmışlar.

Birlikte mükemmel bir hayat sürmüşler.

Bu mükemmel çift karlı, fırtınalı bir Noel akşamı mükemmel arabalarıyla giderken yolda donmak üzere olan bir adam görmüşler.

Mükemmel çift olduklarından adama yardım etmek için durmuşlar.


Meğer adam, sırtında oyuncak çuvalıyla Noel Baba'ymış.

Mükemmel çiftimiz Noel akşamı çocukların hayallerini karartmamak için Noel Baba ve oyuncaklarını arabaya yüklemişler.

Oyuncakları çocuklara dağıtarak yollarına devam etmişler..

Maalesef tipi artmış, araca hakim olmak zorlaşmış ve mükemmel çift ve Noel Baba trafik kazası geçirmişler.

Kazada bunlardan yalnızca biri kurtulmuş.



Soru: Kim kurtulmuş?

Cevap aşağıda...







.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.





Yanıt: Mükemmel kadın kurtulmuş..

Çünkü her şeyden önce mükemmel kadın gerçekten vardır.

Ama herkes bilir ki Noel Baba ve mükemmel erkek diye bir şey yoktur! :)








Kadınlar burada okumayı bıraksınlar, onlar için yazının sonu burası.

Fakat erkekler devam edip aşağıya baksınlar...


.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.



Eğer mükemmel adam ve Noel Baba yoksa, arabayı mükemmel kadin kullanıyordur.

Bu da bize kazanın nedenini ve en mükemmel kadının bile araba kullanmak gibi bazı konularda pek de mükemmel olmadığını açıklar.

Okumaya sadece erkekler devam etsinler lütfen...







.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.

.


Şimdi eğer bir kadınsanız ve hala bunu okuyorsanız, bu da başka bir noktayı açığa kavuşturur:

'Kadınlar hiç laf dinlemezler...'

18 Kasım 2009 Çarşamba

Yatağımdaki Scrat!

Büyük yatakları çok severim.
Ama çoook severim.

Bir sebeple hep ertelediğim yatak büyütme operasyonunu geçen yıl gerçekleştirmiş ve 200*200 bir yatak almıştım.
Hatta sırf bu yüzden yatak odası o yatağın odası olmuştu.
Ama iyi olmuştu.
Ooooh istediğim gibi olmuştu.

Fakat Dila büyüyüp yatağından tek başına inmeye başlayalı beri..
Sabaha karşı hocaları takiben yatağa gelir oldu.
Usulca yanağımı öpüp koynuma girer oldu.
"Benim yatağım çok çirkin, büyük yatakta çok mutluyum." der oldu!
Aslında güzel de oldu.

Da..

Yalnız gelmiyor işte.
O yatakta sadece sevgili ve ben varken..
Artık Dila da var.
Ve Dila'nın oyuncakları...

Her gece en az bir oyuncak tepeleyip, bir diğeri tarafından tırmalanıyorum.

Dün geceki Scrat'tı.


Meşe palamuduymuşum gibi gece boyu beni kovaladı.
Neyse ki ona ah etmedim.
Tanrı cezasını Ice Age 3'de verdi çünkü. Scrat'a bir kız arkadaş verdi :)

Ama ben yine de, kinder sürpriz yumurtanın içine Scrat koyanı,
O kinder sürpriz yumurtayı bize denk getiren şansı,
Ben bunla yatıcaaam diye kıç yırttıran inadı,
Sevgiyle anıyorum...

17 Kasım 2009 Salı

Yeni başlayanlar için bebek olmak

Acayip güzel kokan şeyin adı anne,
Buruşuk suratlı olanın adı baba,
Bıngıldağına basıp senin nefessiz kaldığını görünce kaçanın adı abi.


Karın ağrısının nedeni midende gaz birikmesi, fütursuzca salabilirsin, şimdilik insanlara sevimli bile gelir.Bulantı hissi geçici, buruşuk suratlının omuzuna omuzuna kus, anneye yazıktır kusma.

Elinin henüz ulaşmadığı ama ulaştığı andan itibaren bırakmayacağın şeyin adı pipi, ikibuçuk yaşına geldiğinde ulaşabileceksin.

Bir pipiye ilk defa ikibuçuk yaşında dokunabileceksen erkek,
Ondokuz yaşında dokunabileceksen kız bebeksin.

Yazan: Alper Karadağ


Bir aşk hikayesi...

+ Hadi öğle yemeği yiyelim!
- Can ben şimdi yedim ya...

Ertesi gün...

+ Hadi sana yemek ısmarlayayım!
- Teşekkür ederim Can ama az önce yedim. Başka zaman yesek?

Benzeri nice gün sonra, uyunmamış bir gecenin sabahında ve tüm bahaneler tükenmişken;

- Efendim?
+ Alo günaydın. Seni evime davet ediyorum kahvaltı yapmak için!
- Can gelmesem?
+ Hayatta olmaz, itiraz istemem.
- Can gelmesem?
+ Neden?
- Vazo falan kırarım, sakarım ben gelmiim noolur.
+ Hadi bakalım yine sen kazan, öyle olsun!

Araya yaz tatili girer. Tesadüfen bir gün Ortaköy'de karşılaşılır ve ayaküstü on dakika sohbet edilir. Yaz bitip okullar açıldığında, ilk akşam diye midir nedir, bir ağırlık çöker kalbe ve yürüyüşe çıkılır. Yan sitede oturan Can arar;

+ Hadi dolaşalım mı?
- Peki Can gel, zaten bahçedeyim.

Konuşurken, daha doğrusu Can monolog yaparken, söylediği çoğu şeye cevap verilmez. Ve Can der ki;

+ Sen ne güzel bir sevgilisin?

Buna da cevap verilmez. Can'dan ve bitmeyen buluşma taleplerinden uzunca bir süre kurtulabilmek için yapılmış bir görüşme haliyle önemsenmemektedir. Sonradan öğrenilir, Ortaköy'deki karşılaşmadan beri Can'ın ilişkimizi kendine ilan ettiği!!! iyi çocuktur aslında Can. Arkadaşlar da öyle söyler: "Amaaan idare ediver, istemezsen gönderirsin."

Böyle başlayan ilişki zamanla normale döner. Can'a alışılır, ilişki fikrine alışılır. Bir zaman sonra Can'a aşık bile olunur. Hatta itiraf edilir usul usul kulağına, bir gece arkadaşlarla beraberken. Ertesi gün bir aradayken Can bi tuhaftır...

+ Bana bağlanmanı istemiyorum!
- Pardon?!!
+ Bana bağlanma. Ben kimseyi üzmek ve kimse tarafından üzülmek istemiyorum. Bana bağlanma!

Can, bir anda güçlü erkek olmuştur. Tribe girmiştir. Aramızdaki takvim tutmazlığından mıdır , yoksa tatlı gelen kendine aşık etme süreci midir bilinmez, Can böyle karikatür gibi bir şey olmuştur. Can'a hemen yol verilir. Üstelik, daha iyisini haketmediği düşünüldüğü için, değersiz bir mesajla yapılır bu yol veriş.

Karikatür Can, zamanla daha da komik bişeye dönüşür;

+ Hayatına benden başkası giremez, ben biliyorum.
- Pardon?!!
+ Ben biliyorum, sen benden başkasını sevmezsin. Ruhun bende senin!!
- E Can gel o zaman, derdin ne?
+ Gelmem, ben bana bağlanmasını istemem kimsenin!
- Can git o zaman, tutan ne?
+ Gitmem. beni hayatından çıkaramazsın!
- Can siktir git o zaman?!

Bu böyle devam eder. Taa ki yeni bir sevgili söz konusu olana kadar. Tabi Can o aşamalarda da karikatür balonlarına bolca malzeme veren beyanlarda bulunur. Komik olan, Can yüzünden tüm aileden bu şarkı eşliğinde ayar yememdir; her yerde, her şartta, her koşulda...

Kader, kahpe kader,
Ağlarını ördün mü?
Can'dan yok bir haber,
Ananın .mını gördün mü?!!

16 Kasım 2009 Pazartesi

Kızım seni Ali'ye vereyim mi?

İşte bu...
Çocukluğumu zehir eden şarkı bu benim...
Anneannemle büyükbabam büyüttü beni...
Hayır annem çalışmıyordu.
Yok, babamın işi için başka bir yere de gitmemişler.
İlk torunum ben. Büyükbabam istemiş. Demiş ki;

"Biz büyüklerimizin yanında çocuklarımızı sevemedik. Ayıptı sevmek o zamanlar. Ben çocuk sevmek istiyorum, bu bizim olsun."

Vermişler de.
Komşuya bi demet maydanoz verir gibi vermişler beni. Ağlamak istiyorum... Ne ağliicam be! Prenses Diana'ydım ben o evde...

Maydanozumun prensesiydim...

Neyse...
Ben Prenses Diana'ydım ve o ev benim krallığımdı... Her şey benimdi...

- Anneanne bu koltuklar benim mi?
- Senin yavrum.
- Anneanne senin ayakkabıların benim mi?
- Senin güzel kızım.
- İncilerin?
- Senin çocuğum senin...

Bu krallığıma, bu evde göz değmiş her şeyden oluşan servetime en büyük tehdit annemdi. Gelirdi, " aaa anne bu şekerlik ne güzel, alıyorum bunu " der, alırdı. Hain anneannem de, tüm varlığımın yegane bekçisi, krallığımın en donanımlı ordusu olup canı pahasına savaşmak yerine " al kızım " der ve beni sinir ederdi. Ben en az bir hafta komada yatardım ondan sonra servetim bir şekerlik daha az benim diye... Zor günlerdi...Ama çaresiz değildim... Komşu devlet büyükbabamdan askeri destek isterdim hemen... Eve gelip de koltuğa oturduğu an arkasına sıkışır ve planımı uygulamaya koyardım...

- Büyükbaba !
- Hı?
- Büyükbaba dedim!
- Efendim?
- Annem sigara içiyo !!!
- ...
- Annem sigara içiyo büyükbaba hadi gidelim döv onu!
- ...

O derin sessizlikte anlardım ülkem kadar güzel ve yalnız olduğumu...

Acı dolu günler geçmek bilmez, benim suratım bir şekerlik yüzünden gülmezken anneannem:

- Kızım seni Ali'ye vereyim mi?
- ...


- Kızım seni Ali'ye vereyim mi?
- ...


- Kızım seni Ali'ye vereyim mi?
- ...

İşte o an benim yıkıldığım andı! Anneannem beni Ali'ye verecekti... Ve tüm servetimde, zaten gözü olan annem hüküm sürecekti...

Evet.
Kemalettin Tuğcu'nun bile hayal edemeyeceği kadar kahırlı bir çocuktum ben...
Aklım çıkardı Ali bunları duyacak da, bir gün kapı çalacak, gelip beni alacak diye...

Ali...

Alma beni...







13 Kasım 2009 Cuma

Gece Kuşları İçin Tavsiye

Malum hafta sonu.
Ben hatırlatayım da..
Sen istersen "çok sarhoştum, hatırlamıyorum, naaalakası var yaa" de yine.





NOT: Bu resim maille gelmiştir. Alıntıdır.
Tarafımca geliştirilmiş hiç bir yanı yoktur.
Ama tarafımca çok gülünmüştür:)

Kayanie

Benim hamurişi ve tatlılarla aram pek iyi değildir.
Yemem de, pişirmem de.
Çook nadirdir bu tarz yiyeceklerin aklıma düştüğü ya da evimizde piştiği.
Sevmiyorum.
Nokta.

Ama Dila'yla, bu aktiviteleri kullanarak ortak ve eğlenceli bir hobi edineceğimizi düşündüğümden beri tarif kovalar oldum. Bu sayede de Cafe Fernando'yu ve Cenk Sönmezsoy'u buldum. Ben bu adama, keyifle yaptıklarına, tatlı tatlı anlattıklarına hayran oldum. Bu tabela Cenk'e gider.

Lüfen gidiniz de...

Peki bu tarifleri kim pişirecek?
Kim bir su bardağı pudra şekeriyle harikalar yaratacak?
Kim "evet bu kulak memesi kıvamı" diyecek?
Kim?

Ta ta ta taaaaaam!
Elbette Dilaaaaaaa!

Pasta vs yapımı için gereken malzemelerin hiç biri yok mutfağımızda haliyle. Olan da eski. Neyse niyet önemli diyerek başladık.

- Önce tırnak kontrolü. Hijyen şart!



- Çikolatalarımızı Benmari usulü eritiyoruz. Görüyorum ki bu işlem gerçekleşirken Dila çikolatalardan daha hızlı eriyor :)



- İçimiz çikolataya kamaşırken, sahip olamamanın verdiği hırsla, fındıkları fındık olduklarına pişman ediyoruz.



- Bakalım etmiş miyiz? Vallaha etmişiz :)



- Ha gayret biraz daha...



- İşte mutlu son!



Çok isterdim anneannemin ninesinin çeyizinden kalma incecik porselende bir dilim brownienin resmini çeksem de buraya eklesem.

Yanında gözlerinizi kamaştıracak kadar görkemli bir fincanda kahve de olsa.

Ama olamadı.
Çünkü ben brownieyi yaktım.
Zaten anneannemin ninesinden kalan bir tabağım da yok benim.

Ya ne bileyim o kadar pişirilmeyeceğini ben?!
Kürdan kekten kupkuru çıkana kadar pişirdim diye kaya gibi oldu.
Brownie...
Kayanie.

Niyet önemli niyet.

Bir Küvet Hikayesi

Bir Küvet Hikayesi...

1

Süleyman'a karısı telefon etti:
— Konuşan ben,
ben, Fahire.
Tanımadın mı sesimden?
Demek çok bağırdım birdenbire.
Çığlık mı?
Belki...
Hayır,
çocuklar hasta değil.
Dinle beni:
İşini bırak da gel,
çabuk ol ama.
Telefonda anlatamam,
olmaz.
Daha kıyamet kadar vakit var akşama.
Saatlar, saatlar,
kıyamet kadar.
Sorma.
Dinle beni...
Hemen vapur bulamazsan
Üsküdar'a kayıkla geç.
Bir taksiye atla.
Paran yoksa
patrondan avans al.
Yolda hiçbir şey düşünme,
mümkün mertebe yalansız gelmeye çalış.
Yalan kuvvetliye söylenir
ben kuvvetsizim.
Alay etme kuzum.
Evet kar yağacak,
evet
hava güzel.
Koynuna girdiğim adam gibi
kocam gibi değil,
büyüğüm, akıllım,
babam gibi gel...


2

Geldi Süleyman,
Fahire, kocası Süleyman'a sordu:
— Doğru mu?
— Evet.
— Teşekkür ederim Süleyman.
Bak işte rahatladım.
Bak işte ağlamıyorum artık.
Nerde buluşuyordunuz?
— Bir otelde.
— Beyoğlu tarafında mı?
— Evet.
— Kaç defa?
— Ya üç, ya dört.
— Üç mü, dört mü?
— Bilmiyorum.
— Bunu hatırlamak bu kadar mı güç Süleyman?
— Bilmiyorum.
— Demek ki bir otel odasında.
Kim bilir çarşaflar nasıl kirliydi.
Bir İngiliz romanında okudum,
bu işlere yarayan otellerde
kırık küvetler varmış.
Sizinkinde de var mıydı Süleyman?
— Bilmiyorum.
— Hele düşün,
toz pembe çiçekli, kırık bir küvet?
— Evet.
— Hiç hediye verdin mi?
— Hayır.
— Çukulata, filân?
— Bir defa.
— Çok mu seviyordun?
— Sevmek mi?
Hayır...
— Başkaları da var mı Süleyman?
— Yok.
— Olmadı mı?
— Hayır.
— Bunu sevdin demek...
Başkaları da olsaydı
daha rahat ederdim...
Çok mu güzel yatıyordu?
— Hayır.
— Doğru söyle, bak ne kadar cesurum...
— Doğru söylüyorum...
— Zaten gösterdiler bana.
İnek gibi karı.
Belimden kalın bacakları...
Fakat zevk meselesi bu...
Bir sual daha, Süleyman:
Niçin?
— Bilmiyorum...

Karanlıkta pencerenin hizasında
karlı, ağır bir çam dalı.
Bir hayli zaman oldu
sofada asma saat on ikiyi çalalı.

3

Süleyman'ın karısı Fahire
şunları anlattı kocasına ertesi gün:
—... Dayanılmaz bir acı halindeydi
kendime karşı duyduğum merhamet,
ölmeye karar verdimdi, Süleyman...
Annem, çocuklarım ve en önde sen
bulacaktınız karda ayak izlerimi.
Bekçi, polisler, bir tahta merdiven
ve bir kadın ölüsü çıkaracaktınız
arka arsada bostan kuyusundan.
Kolay mı?
Gece bostan kuyusuna doğru yürümek,
sonra kenarına çıkıp durarak
baş aşağı atlamak karanlığına?

Fakat bulmadınızsa eğer
karda ayak izlerimi
sade korktuğumdan değil.
Bekçi, merdiven, polisler,
dedikodu, kepazelik,
aldatılmış bir zevcenin intiharı:
komik.
Niçin öldüğümü anlatmak müşkül.
Kime? Herkese, sana meselâ.
İnsan, ölmeye karar verirken bile
insanları düşünüyor...

Sen yatakta uyuyordun
yüzün rahat,
her zaman nasıl uyursan
ondan evvel ve o varken.

Dışarda kar yağmaya başladı.
Bir tek gecelikle çıkmak balkona:
Zatürree ertesi gün,
nümayişsiz ölüvermek.
Hayır,
hiç aklıma gelmedi nezle olmak ihtimali.

Yaktım sobamızı.
İyice ısınmak lâzım ilkönce.
Ciğer bir çay bardağı gibi çatlarmış.
Pencereye, kara bakıyorum:
«Eşini gaip eyleyen bir kuş
gibi kar
geçen eyyamı nev baharı arar...»
Babam bu şiiri çok severdi.
Sen beğenmezsin.
«Sağdan sola, soldan sağa lerzânı girizan...»

Lambayı söndürmeden balkona çıktım.
«... gibi kar
düşer düşer ağlar...»
Oturdum balkonda iskemleye.
Havada çıt yok.
Karanlık bembeyaz.
Uykudayım sanki.
Sanki çok sevdiğim bir insan
korkarak beni uyandırmaktan
yumuşacık dolaşıyor etrafımda.
Üşümüyordum.
Kederim duruluyor
berraklaşıyor.
Odanın camlı kapısından balkona vuran ışık
sıcak bir kumaş gibiydi üstünde dizlerimin.
Ben rehavetli bir mahzunluk içinde
acayip şeyler düşünüyordum:
Feneryolu'ndaki çınar
150 yaşındaymış.
Ömrü bir gün süren böcekler.
Gün gelecek
insanlar çok uzun
çok bahtiyar yaşayacaklar.
İnsanın yüreği ve kafası var...
İnsanın elleri...
İnsan?
Ne zamanki,
nerdeki,
hangi sınıftan?
Onların insanları,
bizim insanlarımız.
Ve her şeye rağmen
yeni bir dünya için yapılan kavga.
Sonra sen
ben
bir kırık küvet
ve benim
kendime karşı duyduğum merhamet...

Kar durdu.
Sökmek üzre şafak.
Utanarak
odaya döndüm.
O anda uyansaydın
sarılıp boynuna...
Uyanmadın.
Evet,
çok şükür nezle bile değilim.

Şimdi?
Zaman zaman hatırlayıp
zaman zaman unutacağım.
Yine yan yana yaşayacağız
beni sevdiğine emin olarak.

4

Altı ay kadar geçti aradan.
Bir gece karı koca denizden dönüyorlardı.
Gökte yıldızlar, ağaçlarda yaz meyveleri vardı.
Fahire birdenbire durdu
baktı muhabbetle kocasının gözlerine
ve suratına tükürür gibi bir tokat vurdu.

16.8.1940

Nazım Hikmet Ran

Bir Küvetin Bana Ettikleri...

Çok sevdiğim biri...
Ah ama nasıl sevmek...
Olmazsa olmaz O.

Yan odada biriyle konuşuyor.
Sesini duyduğum an "Allahım" diyorum, "noolur bu sesi özletme bana..."
O an ne konuştuklarına kulak veriyorum. Diyor ki özlemekten çok korktuğum:

- Küvette osurdun mu hiç? Ben geçen gün osurdum acaip bi ses çıkıyo!

11 Kasım 2009 Çarşamba

annem..

Yok yok..
Ayağının altında cennet var,
Benim annem, melek annem falan demicem.
Anne deyince onlar default olarak geliyor zaten.

Bilen bilir; benim annem şaka gibi.
Ayağının altında ne var bilemem ama,O yanımızdayken güleceğiz diye bizim ayağımızın altında bir şey kalmıyor çok şükür!

Mesela mı?
Al sana mesela o zaman:

Anne günlerdir sol tarafında batan bir ağrıyla mücadele etmekte ama bir sebeple doktora gitmemektedir. Geceleri sancıya dayanamayıp kliniğe giden anne en sonunda doktora gider ve spor yaparken oradaki kasın zedelendiğini, ezildiğini öğrenir. Bu arada baba da anneye, "ya yok senin bişeyin, kas ezilmesi o" deyip durmuş ama kimse tarafından kaale alınmamıştır. Doktor dönüşü msn'de yazışıyoruz:

- Ne dedi anne doktor?
- Ultrasonlar temiz çıktı yavrum. Kas ezilmesiymiş vs...
- Aman annem bişeyin olmasın da.
.
.
.
- Anneeee, bak babama sakın söyleme tamam mı kas ezilmesi olduğunu.
- Neden söylemeyeyim? Eziğim ben eziiiiiiiik!!!
- Ahahahahaa... Ya anne o diyodu ya hep "kas ezilmesidir bu, kas ağrısıdır" diye. Ama biz inanmıyoduk ya. Ya anne sakın söyleme dinler dururuz artık. Ahahaha..
.
.
- Anne, Emrah'ı (kızkardeş) arayıp ben loserım desene!
- O ne demek?
- Hani ezik tipler var ya onlar için de kullanılıyor bu kelime. Sen ara söyle doktor bana "sen loser olmuşsun" dedi de anne hadi ya lütfen!
- (sırıtarak)Yok yok. Ben babana diyeceğim şimdi. "Bende loser hastalığı varmış" diye!
- Ahahaha ya anne yaa ahahahaa...
- Valla bak. Bu diyeceğim depresyonda son aşamaymış. Bundan bi adım sonrasında delirirmiş hasta diyeceğim ben O'na. Bu hastalara akdeniz güneşinde dinlenmek iyi gelirmiş diyeceğim ahahahaha...
- Ahahaha.. Annem sen nasıl bir bombasın anlamadım ki!
- Eziğim ben!!!

Brokoli çorbası

Benim çok sevdiğim bir arkadaşım var; ismi Efe.

Kendisi bekardır, iyidir, hoştur, komiktir..
Çok iyi bir analisttir, iyi bir portföy yöneticisidir.
Zevklidir, zengindir, arabası falan vardır.
Ve elinden her şey gelir.

Bekar kız arkadaşlarım, Efe'nin de bekar olduğunu söylemiş miydim?



Efe'nin en sevdiğim özelliklerinden biri, her haliyle hayatına sahip çıkması.
Tanıdığım bekar yaşayan pek çok erkek arkadaşımın aksine tertemiz ve çok düzenli bir hayatı var. Hiç tatmasam da O'nun harika yemekler yaptığını düşünüyorum. Neden mi? Çünkü Efe sıklıkla, bugün ne yapsam da Ebru'yu sinir etsem mottosuyla yaşadığı için canımın isteyeceğini bilir ve pişirdiklerinin resmini çekip üşenmeden bana yollar "baaak ne pişirdim" diye.

Ne mi pişirmiş?

Önce bunu:



Hatta inanmam O'nun yaptığına ve bi araba laf ederim diye -ki ederim- tepsinin yanına sigara paketi koymuş. Evet sadece Efe içiyo o sigaradan:)

Sonra da bunu yaptı(-mış):



Görselde benzeseler de ikinci tepsi paçanga. Ayıptır söylemesi ben tarif ettim ve Efe her zamanki gibi yemeden içmeden önce bana nispet yaptı.

Bunca iltifat iki tepsi böreğe mi diyenler için resmini göndermediği ama ballandıra ballandıra anlattığı o kadar çok yemek var ki!

Sadece Aralık'ın onbeş günü yetişen çok lezzetli mantarlardan tutun da, evlerinin altındaki mahzende içilmeyi bekleyen ev yapımı şaraplara, makarnalara, bilmem nasıl pişirilen oğlak etlerine kadar...

Ve mümkünse bunların hepsini iş çıkışına bir saat kalımı anlatıyor.
Akşam ne yesem diye hayaller kurduğum saatte yani...

Ama ben iyi arkadaşlığımdan taviz vermeyeceğim ve çok sevdiğini bildiğim bir çorba tarifi vereceğim buradan.

Bütün sevenler için ses veriyorum:

400-500 gr brokoli


2 havuç


2 soğan (lahmacunun yanında gelen evet)


1 lt süt ( Efe süte odaklan )


1 yemek kaşığı sıvı yağ
Accık tuz
Accık kara biber
Eser miktarda düdüklü tencere
1 adet el blenderi



- Brokolileri parçala ve suda beklet. Hemen yıkayıp süzmektense suda beklettiğinde çıkan ota püsüre inanamayacaksın.

- Tencereye 1 yemek kaşığı sıvı yağı, brokolileri, iri iri doğradığın soğan ve havuçları koyup kısık ateşte seviyoruz, öpüyoruz.

- Sevgiyle yaklaştığın her şey gibi bu sebzecikler de yumuşayacak, kendini salacak. Devam ediyoruz hala öpücükler, öpücükler.. (Totalde 15 dakika işte)

- Accık tuz ve accık karabiber katıyoruz kendinden geçmiş sebzelere. Ay bunlara zepze demiyorlar mı, ölüyorum!

- Şimdi suyunu koyacağız. Kaç bardak diye sorma, bilmiyorum. Sebzeleri 1-2 parmak geçecek kadar olacak toplam suyun. İstersen tamamını süt koy, istersen de yarısı süt yarısı su olsun. Her iki şekilde de çok lezzetli oluyor. Madem ölçü bilmiyon niye 1 lt yazdın dersen de cevap veriyorum: Artislik olsun diye :)

- Daha bu çorba için yapacak bişeyin yok. Kapağını kapatıyoruz düdüklünün. Kaynayıp da pıssss yapmaya başladığında altını kısıyoruz ve kısık ateşte de 15 dakika pişiriyoruz.

- Tencereyi açtığında gördüğün manzara karşısında "bu ne la?" demek yerine el blenderinden geçirip pürüzsüz hale getiriyosun. Evet, feleğin çemberinden geçmek gibi bişey bu da..

- Yine sevenler ya da faydasına inananlar bu karışıma biraz ısırgan da ilave edebilirler. Brokolinin tadını bastıramadığı için fark etmiyorsunuz içindekinin ısırıp ısırmadığını.

Şöyle bir şey olacak finalde gördüğün:



Çatalla yeme, çok zorlanırsın. Hem bu kadar malzemeyle yapılan çorba sana çok gelir, malzemenin yarısını kullanarak yap. Evlendiğinde kısmetse hepsini pişireceksin sen de.

Sevgili arkadaşlar, sevgili kardeşlerim, sevgili Romalılar!

Ben hayatımda bu kadar lezzetli başka bir çorba daha içmedim.
Hatta içmeden önce o kızın sütü döktüğü gibi üstüme başıma dökesim, kendimi bi de öyle sevesim, çorbaya saatlerce iltifat edesim geliyor..

Sevgili arkadaşlar, sevgili kardeşlerim, sevgili Romalılar!

Efe'nin bekar olduğunu daha önce söylemiş miydim?

10 Kasım 2009 Salı

ekşi sözlük


Ben istemedim ilk başlarda. O teklif etti :)

Ne arasam, ne gugıllasam çıktı karşıma "beni seç, beni seç" diye.
Literatürleri talan edip bulamadıklarımı sunduğunda seçmiştim zaten.

Gerçekten iddia ettiği gibi kutsal bilgi kaynağımken,
Kuduruk eğlence kaynağım oldu.
Hayatıma bi dolu "ne güzel"ler kattı.

Hayalini kurup da çıkamadığım yolculuklara onlarla çıktım.
Dünyanın anasını üç kuruşa onlarla sattım.
Her adımın öncesini ve bir de sonrasını hesaplamaya çalışırken,
Bazen her şeyi akışına bıraktım.

Saygı duymayı,
Kabul etmeyi,
Küfür etmeyi,
Tepine tepine gülmeyi,
Döke saça içmeyi,
Hunharca eleştirilmeyi,
Pamuklarla sarılmayı onlardan öğrendim.

Çıplak ayakla toprağa basmak gibi onlarla beraber geçirilen zaman...
Yılansı fare çocukların hepsine selam!



Oğullar ve Rencide Ruhlar

"Beş yaş insanın en olgun çağıdır, sonra çürüme başlar.

.
.
.

Hayatımdaki tek iyi şey artık anaokuluna gitmek zorunda olmayışımdı. Zarardan kar. Uzun süre annem ile babama anaokulunun bana göre biryer olmadığını anlatmaya çalışmıştım aslında. Bütün rasyonel dayanaklarıyla. Hiç bi işe yaramamıştı maalesef. İlla ki uykumda kan ter içinde tepinmek , servis minibüsü kapıya geldiğinde küçük çapta bir sinir krizi geçirmek gibi yöntemlere başvurmam gerekecekti derdimi anlamaları için. Kepazelik. İnsanı kendinden utandırıyorlardı."

Kitabın arka kapak yazısıydı bu.
Alper Canıgüz'e hayran olmak için bir neden sunuyorum sadece.

Kesinlikle tavsiye ediyorum.
Hatta ısrar ediyorum; okuyunuz...

http://www.idefix.com/kitap/ogullar-ve-rencide-ruhlar-alper-caniguz/tanim.asp?sid=MD8PMUQ564ZHKHAD3QX9

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails